Açılış Dersi 2022-2023


2022-2023 Öğretim Yılı Açılış Dersi

Prof. Dr. Murat AYDOĞDU
Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı Başkanı
Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Özel Hukuk Bölüm Başkanı

 

HUKUK VE ADALET BİLİNCİ

I. ADALET KAVRAMI

Hukuk düşüncesinin en temel kavramlarından birisi hiç şüphesiz “adalet” kavramıdır. Ancak tanımlanması en güç hukukî kavramlardan birisi de yine hiç şüphesiz adalet kavramıdır. Adalet, tarihsel süreç içerisinde tüm dinler ve tüm yönetimler tarafından, neredeyse tüm kültürlerde en üstün değer olarak kabul edilmiş ve toplumsal düzenin sağlanması ve korunması açısından antik çağlardan günümüze kadar önemini korumuş, kamu vicdanında karşılık bulan ve tüm toplumlarda  hukuk düzeninin kaynağını oluşturan bir kavram olarak görülmüştür.

Arapça bir kelime olan adalet, “adl” ya da “a-de-le-“ fiil kökünden türetilmiş bir isimdir. “Adl” mastarı “bir şeyi yerli yerine yerleştirmek, hakkı ortaya çıkarmak, terazinin her iki kefesini de denk kılmak, insaflı olmak, eşit olmak, hakkaniyeti ve ölçüyü korumak” gibi değişik anlamlara gelmektedir

Adalet kavramı insanoğlunun bilinciyle var olduğundan bu yana üzerinde düşünülen, felsefe temeline oturtularak tartışılan, kamu vicdanında karşılık bulan ve bunun sonucu olarak da tüm toplumlarda dönem ve anlayış çerçevesinde kurulu hukuk düzeninin kaynağını oluşturan bir kavramdır.

Çok eski yıllarda, biri öldüğünde kilisenin çanı bir kez çalıp ölümü herkese duyurulurmuş. Bir asil öldüğünde çan iki kez, kral öldüğünde ise dört kez çalınırmış. Günün birinde herkesin hak aramak için sığındığı mahkeme, bir vatandaşı haksız yere mahkum etmiş. Ve kilisenin çanı tam beş kez çalmış. Ahali merak içinde kalkıp papaza koşmuş; “ey Papaz efendi! Kral bile ölünce çan dört kere çalıyor, ondan daha önemli biri var mı ki,  çan beş kez çalıyor ? ” Papaz yanıt vermiş; “Evet, Kraldan daha önemli bir şey var; ADALET. ADALET ÖLDÜ.”

Adaletin herkese her zaman lazım olduğunu, onun üstünde Kral veya başka bir güç olmadığını anlatan bir başka güzel hikaye de şu şekildedir : Alman Kralı II. Frederick 1750 yılında Potsdam’dan geçer. Orayı çok beğenir ve “Bana şuraya bir saray yapın” der. Ertesi gün adamları gidip bakar ki, Kral’ın beğendiği yerde bir değirmen.   ​Adamlar kapıyı çalar, yaşlı değirmenci açar. Yaşlı değirmenci, burayı satmak istemediğini bildirince, adamları Kral’a gider:  “Efendim beğendiğiniz yerdeki değirmenci deli, satmıyorum” dedi. Kral : “Çağırın bakalım bana şu adamı” der.

II. Frederick de burayı satın almak istediğini bildirir. Yaşlı değirmenci: “Sen koskoca Kralsın, paran çok. Git Almanya’nın her yerine saray yap. Burayı benden önce babam işletiyordu. Ona da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. Satmıyorum!” der.

​II. Frederick ayağa kalkar: “Unutma ki karşında bir Kral var!”

​Değirmenci :  “Asıl sen unutma ki Berlin’de hakimler var!”

Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz. Neyse ki Adaletin üstünlüğü sayesinde iş tatlıya bağlanır. Değirmene komşu arazi satın alınır. Potsdam’da Sansosi Sarayı. Saray ve değirmen yan yana, Kral ve değirmenci adalete komşu olur.

​Sabahları II. Frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci seslenir :
– Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?

​II. Frederick : “ADALET HER SABAH bana, SICAK BİR EKMEK kokusuyla gelirdi.”

Hikaye gerçektir, saray ve değirmen halen yerindedir (Fotoğrafı aşağıdadır).

 

II. ÇEŞİTLİ DÜŞÜNÜRLERİN ADALETE VERDİĞİ ANLAM

Ünlü düşünür Kant, adaleti yasalarla sınırlandırılmış bir kavram olarak ele almış olsa da bu konudaki genel görüş, adaletin bir duygu olarak insan vicdanından doğduğudur. Dolayısıyla insanın bu duyguyu fark etme, anlamlandırma ve kendisinde geliştirerek davranışlarına yansıtma gibi aşamaları olacaktır.

Platon’a göre bireyin adil davranışı, akıllı, zeki, bilge, ölçülü ve cesur olmasından kaynaklanır. Bununla birlikte Platon için adalet kişisel olduğu kadar toplumsal bir erdem olmalıdır. Aksi takdirde gerçekleşmesi mümkün olmayacaktır. Toplumsal bir erdem olan adalet devlette karşılığını bulacaktır. Ancak Platon bunun, insanlara politik düzende iyi bir eğitimle erdemlerin öğretilmesi yoluyla mümkün olabileceğini, bu nedenle de devleti böyle bir eğitimden geçmiş filozofların yönetmesi gerektiğini söylemektedir.

Aristo, bireysel adaleti  eşitlik kavramı ile özdeşleştirmiştir. Ancak buradaki eşitlik kavramı mutlak bir eşitlik değildir. Yani her bireye yetenek, onur ve toplumsal statü gözetilmeden eşit davranılması eşitlik ilkesine ters düşecek dolayısıyla adil olmayacaktır. Bu açıdan bakıldığında Aristo’nun adalet anlayışı yasaları aşan bir özellik taşımaktadır. Çünkü adalet insanda sevgi duygusuyla birlikte ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla toplumsal anlamda mutluluk ancak adaletli bir ortamın oluşturulabilmesi ile mümkündür.

Tabi hukuk anlayışına göre; “geçerli olan hukuk, âdil olan hukuktur”

Sokrates (M.Ö.469-399), “iyi insan ölçülü ve adil olduğunda hem mutludur, hem de talihli” der. Yani mutlu olmayı adaletli olmaya bağlamaktadır. Yine Sokrates’e göre “Bir yargıç, iyi niyetle dinlemeli, akıllıca karşılık vermeli, sağlıklı düşünmeli, tarafsızca karar vermelidir.”

Ömer Hayyam’a göre “adalet evrenin ruhu, evrenin özü adalettir”.

İslam filozoflarından Farabi’ye (872-950) göre ise, adalet duygusu diğer ahlaki duygularla birlikte kişide potansiyel olarak bulunur. Ancak bu erdemlerin üzerine eğilerek geliştirmek, şekillendirmek gereklidir. Platon ve Aristo gibi Farabi de adaletin hem bireyde hem toplumda olması gerektiği görüşündedir. Bunun için devlet adamları erdemli kişiler olmalıdır. Farabi’nin adalet anlayışında da sevgi temel olarak yer almaktadır. Farabi’ye göre sevgi ile kurulan ve yönetilen bir devlet adil olarak yönetilerek devam eder. Farabi diğer bütün etik değerlerin adalet değerine bağlı olarak var olduğunu ancak adaletin tek başına bağımsız bir değer olduğunu öne sürer.

Hart’a (2012) göre ise hukukçular çoğunlukla “iyi” ve “kötü” demek yerine “adil/adil değil” kavramlarını kullanırlar. Bu da hukuk camiasında egemen görüşün, adalet fikrinin çeşitli uygulamalarında saklı olan genel ilkenin bireylerin kendi aralarında belirli bir görece eşitlik veya eşitsizlik konumuna sahip olması yönünde olduğunun göstergesi olarak kabul edilebilir. Bu ilkeye göre, gerekli olduğunda, sosyal yaşamın dengelerine saygı gösterilmesi gerekir.

Rawls (1973), adalet sorununu hukuk felsefesinden ziyade siyasal ve sosyal bir felsefe perspektifinden analiz etmiştir. Bu bağlamda Rawls, adaletin rolünün sosyal kurumların birinci erdemi olduğunu belirtir ve haksızlıklar önlenmedikçe yasaların ve kurumların düzenli ve verimli olmalarının bir önemi olmadığını vurgular.

III. BAZI SEMBOLLERİN ADALET BAKIMINDAN ANLAMI

Adliye ile haşır neşir olanların çok sık gördüğü gibi, yargı mensupları (hakimler, savcılar ve avukatlar) cübbe giyer, cübbenin düğmesi ve cebi yoktur. Düğmenin olmaması hiç kimse önünde eğilmeyeceklerini, kimseden emir almayacaklarını, düğme iliklemeyeceklerini ifade ederken; cebin olmaması hiçbir çıkar peşinde olmadıklarını ve bağımsızlıklarını ifade eder.

Roma’da “Justitia”, Eski Yunan’da “Themis” adalet tanrıçasını ifade eder. Tanrıçanın bir elinde kılıç, bir elinde terazi, ayaklarının altında yılan vardır.   Tanrıçanın gözleri bağlıdır. Terazi, adaletin dengeli olarak dağıtılacağını; kılıç, cezaların caydırıcılığını ve gücü; yılan, kötülüğün ayaklar altında ezileceğini, gözün  bağlanması, her iki taraf kim olursa olsun adaletin dengeli dağıtılacağını ifade eder.

 IV. ADALET VE VİCDAN ÖLÇÜSÜ

Adalet; bir toplumda, değerlerin, ilkelerin, ideallerin, erdemlerin cisimleşmiş, somutlaşmış, hayata geçirilmiş olması durumu; herkesin hak ettiği ödül ya da cezayla karşılaşması halidir. Adalet, en yüce, nesnel ve mutlak bir değerin anlatımı olarak insanın davranışını ahlaki açıdan inceleyen ve eleştiren bir düşünce, hakka ve doğruluğa saygıyı temel alan ahlak ilkesi, doğruluk, dürüstlük, tarafsızlık, uygun ve doğru muamele biçiminde karşımıza çıkar.

Vicdan; somut olarak bireye ne yapılması gerektiğini belirleme, doğruyu yanlıştan ayırma imkanı veren dolaysız ve sezgisel ahlak bilinci veya ahlak olgusudur.  Tanımlardan da anlaşılacağı üzere adalet ve vicdan birbiriyle sıkı sıkıya bir ilişki içindedir ve birbirini tamamlamaktadır.

Bu anlamda vicdanları sızlatan bir kararın adalete de aykırı olduğu söylenebilir.

Türk Dil Kurumu sözlüğünde vicdan; kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç olarak tanımlamaktadır. Bir başka tanıma göre vicdan; kişinin kendi kendini yargılayarak, doğruyu ve iyiyi yapma görevini kendine tanıması, olarak tanımlanmıştır.

Vicdan kişinin adalet olgusu karşısındaki duruşunu belirler. Bu özelliği nedeniyle çoğu kimse vicdanı, içimizdeki yargıç, adaleti bulmamıza yarayan pusula olarak görmektedir. Vicdan, davranışların ahlaki/etik bir nedene dayalı olarak yürütüldüğünün, kişinin bir adalet ölçütüne sahip olduğunun göstergesidir.

İçinde yaşadığımız toplumun herhangi bir bireyi olarak, diğer kişilerden, toplumsal tutarlık adına adil davranış beklentisi içinde oluruz. Bu beklenti, kamusal sorumluluk taşıyan kişilerden öncelikle istenilebilir bir beklentidir. Yargıçlar, en önemli kamusal iş olan yargılama görevini toplum adına üstlenmiş olduklarından, yargıçlardan, görev yaparlarken vicdani ölçütlere uygun davranmalarını beklemek, herkesin hakkıdır.

Böyle bir kamusal istek, Anayasanın 138. Maddesinde yargıçların; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri belirtilerek dile getirilmiştir. Anayasal çerçeveden bakıldığında, son tahlilde vicdani kanaatlerine göre karar veren yargıçlarda bulunması gereken en önemli özelliğin, “vicdan özgürlüğüne” sahip olmak ve onu özümsemek olduğu ortaya çıkmaktadır. Adalet duygularla ve özellikle vicdan kavramı ile yakından bağlantılıdır.

Vicdan özgürlüğü; özünde, irade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü demektir. Bu özgürlük, yargıcın yasaları uygularken bağımsız davranıp davranmadığının göstergesi olarak önem taşır. Vicdan özgürlüğü; mensup olunan inanç sistemi dâhil, her türlü bireysel bağlılık ve aidiyeti, karar verirken bir yana itmek, taraflar karşısında eşit tutum takınmak, maddi ve manevi hiçbir etki ve tahakküm altında kalmadan dürüstçe karar verebilme yetisini / becerisini gösterebilmektir.

Hakim karar verirken sadece kendi vicdanına göre değil toplumsal ortak vicdani ölçüye göre de karar vermelidir. Bu anlamda verilen karar, toplumsal vicdana aykırı ise toplumda infiale bile neden olabilir.

II. Dünya Savaşında Nazi Almanyasından kaçarak 1933 yılında Türkiye’ye sığınan, kısa sürede Türkçe öğrenen, yaklaşık 10 yıl İstanbul, 10 yıl Ankara Hukuk Fakültesinde ders veren, 1957 Türk Ticaret Kanunu’nu adeta tek başına hazırlayan Ernst HIRSCH’in çok güzel bir sözünü hatırlatmak isterim : “Verdiğiniz bir karar, vicdanınızı sızlatıyorsa, hukuktan değil hukukçuluğunuzdan endişe ediniz ! ”

V. ADALET İLE İLGİLİ ÖZLÜ SÖZLER

Adalet nedir? Ağaçları sulamak… Zulüm nedir? Dikenlere su vermek… (Mevlana)

Memleketin direği adalettir her zaman; adalette nasibin saadettir her zaman. (Nizami)

Adalet ancak hakikatten, saadet ancak adaletten doğabilir (Emile Zola)

“Adalet, satılamaz, geciktirilemez; hiçbir özgür yurttaş, ondan yoksun bırakılamaz.” Magna Carta Libertatum

Evet değerli Gençler, Adalet bekçileri,

Nöbetinize hoşgeldiniz !


Font Boyutunu Değiştir
Kontrast